20 Mart 2011 Pazar
hürriyet gazetesi-Türkiye’de tanınmayan dünyaca ünlü İzmirli sanatçı
Ersin Faikzade, genç yaşında dünyanın birçok ülkesinde insanlık projelerinde çalışmış, konserler vermiş İzmirli bir sanatçı. Annesinin o henüz çocukken yakalandığı MS hastalığı ile mücadelesine sanatıyla destek vermiş, sonraları bu desteği tüm hasta ve yardım dernekleri ile sürdürmüş. Dünyanın birçok kuruluşundan ödül ve teşekkür belgeleri alan Faikzade, amacının Türk müziğini tüm dünyaya tanıtmak ve Medeniyet Kardeşliği Projesi için konserler vermek olduğunu anlatıyor.
- İzmirlisiniz ama kökeniniz farklıymış. Aileniz nereli?
- Baba tarafım İran kökenli. 50’li yıllarda Menemen’e gelmişler. Anne tarafım ise Selanik göçmeni. Büyük topraklar alıp bağcılık işine başlamışlar.
- Annenizin rahatsızlığı hayatınızda çok yer etmiş. Nasıl ortaya çıktı?
- Annem çok güzel bir kadındı. Ben 5 yaşına geldiğimde görememeye başlamıştı. Meğer ‘Multiple Skleroz’ ağır seyredecekse önce gözleri kapatırmış. Annemin hastalığı içimde yara açtı, arkadaşlarımdan, çevremden koptum. Arkadaşlarımın çoğu yurt dışında. Annemin hastalığı olmasaydı belki ben de yurt dışında okuyacaktım, sanata atılmayacaktım. Annemin hastalığı beni sanatçı yaptı.
- Nasıl oldu bu?
- Zaten devamlı şarkı söylüyordum. Annem, MS Derneği’ne gidiyordu. Yanında olmak istediğimden, ben de gidiyordum. Acılarıyla, hastalıklarıyla mücadele eden insanları görerek olgunlaştım. Onlara yardım edeceğime söz verdim. Yaşım ilerleyince onlara şarkı söylemeye başladım. Bu da bir profesörün dikkatini çekti. ‘Senin sesinin çok değişik bir tınısı var, sanat müziğini de, yabancı şarkıları da kendi kalıplarında okuyorsun’ dedi.
Galler’de engellilere tasavvuf müziği dinletiyordum
- Peki Galler’de neler yaptınız?
- Önce Galler’in başkenti Cardiff’e gittim ve orada bir akıl hastanesinde kaldım. Çünkü projem bedensel ve zihinsel engellilerle çalışmaktı. Sonra Orta Galler’de Aberystwyth diye bir yere yolladılar beni. Sanki bir masal ülkesine düştüm sandım. Orada bir süre çalıştıktan sonra beni devlet gönüllüsü yaptılar.
- Nerede çalıştınız?
- Birçok görevim vardı. Engelliler için spor çalışmalarını organize ediyordum. Müzik eğitimi veriyordum ki onlara tasavvuf ve Mevlevi makamlarda müzikler dinleterek bir nevi müzik tedavisi uyguluyordum. Enstrümantal müzikler insanlara bir sakinlik veriyor.
- Ne eğitimi aldınız?
- Aberystwyth Üniversitesi Kültürler Arası İletişim Bölümü’ne girdim. Aynı zamanda Kraliyet Üniversitesi’nin şan hocalarından ek ders almaya başladım. Hatta hocam olan Aberystwyth Üniversitesi Müze Müdürü ile konserler veriyorduk. Böylelikle uluslararası müzik yapmaya başladım.
Prenses Diana çalışmalarım için Gal Nişanı verildi
- Yurt dışına gidişiniz nasıl oldu?
- MS Derneği’nde çok çalışınca bu diğer derneklere yansıdı. Çok sevdiğim bir aile dostumuz, ‘AB’de sana proje yaptıralım, Avrupa’da bir yer belirle’ dedi. Ben, ‘Sadece bir yere gitmek istiyorum, Galler’ dedim…
- Neden illa Galler’e gitmek istediniz??
- Prenses Diana’yı çok seviyordum. Oxfam Vakfı ve Diana Vakfı’nda çalıştım. Prenses Diana hakkında yazdığım yazılardan ve Diana Vakfı’na yaptığı hizmetlerden dolayı Gal Nişanı verildi. Prenses Diana’nın 2007 Temmuz ayında düzenlenen anma konserinde oğulları, kardeşi ile tanıştırıldım. 2011 baharında gerçekleşecek olan Prens William ile Kate Middleton’un düğün merasimine Lady Beth Taylor tarafından davet edildim.
MS’li bir annenin çocuğu olmayı anlatarak, hasta yakınlarına destek oldum
- Konserlerinizde hangi şarkıları söylüyorsunuz?
- Türk enstrümanlarıyla Batı şarkıları söylüyorum. Önce O Sole Mio, Ne Me Quitta Pas, Solenzara sevilen yabancı melodileri seslendiriyorum, 2. bölümde Türk sanat müziği ve alaturka sazlarımız çıkıyor. Galler basınında ‘müthiş ses’ başlıklı haberler çok çıktı. Kanada dergileri ya da Amerika’daki siteler beni yazıyor. Yurtdışında ünlü bir opera sanatçısı oldum ama ülkemizde tanınmıyorum.
- Sadece şarkı söylemiyor, konuşmalar da yapıyormuşsunuz değil mi?
- İlk önce konferanslar veriyor, mesela MS’li bir annenin çocuğu olmanın ne demek olduğunu, neler yaşadığımı anlatıyorum. Dünyadaki MS cemiyeti beni benimsedi. Birçok yere gönderdiler beni.
- Afrika’ya gidişiniz nasıl oldu?
- Bir afişte Nijerya’da köy yollarını açmak için gönüllü aradıklarını okudum. 20 günlük bir programa katıldım. Orada da konserler verdim, hatta konserime Nato generalleri geldi. Bu arada Globcal Yardım Kuruluşu’nda ‘İyi Niyet Elçisi’ oldum.
İtalya’da Çile Bülbülüm Çile’yi opera sandılar
- Nerelerde konser verdiniz bugüne kadar?
- Mısır, İngiltere, Galler, Fransa, İtalya, İspanya, Yunan Adaları, Sicilya, Amerika, İrlanda. Hatta İtalya’da ‘Çile Bülbülüm Çile’yi söylerken İtalyanlar ‘Allah’ dedi.
- Nasıl oldu bu?
- Geçen yıl ocak ayında Palermo Sicilya’da sanatsal bir festivalde Estonya, Fransa, Yunanistan, Monaco Prensliği ve Türkiye yer aldı. Herkes kendi kültürünü tanıtacaktı. Fransızca, İspanyolca ve İtalyanca şarkılardan sonra ‘Çile Bülbülüm Çile’yi söyledim. ‘Çilee’ diye bağırırken seyircilere ‘Allah’ dedirttim. ‘Çile Bülbülüm Çile’yi Türkçe opera sandılar.
- Bundan sonra neler yapmayı planlıyorsunuz?
- Albüm yapmayı düşünüyorum, Sicilya’da sanal bir albüm yaptım. 3 dil konuşuyorum ama etkin şarkı söylemede 6-7 dil kullanıyorum. Bir de Medeniyetler Kardeşliği Konserleri vermek gibi bir projem var.
Farah Diba ile Londra’da tanıştım, belgeselini yaptım
- Prenses Diba ve Süreyya ile de ilgili çalışmışsınız..
- Annemin hastalığından dolayı bana babaannem Şükran Faikzade baktı. Baba tarafım İran kökenli. Çok güzel Farsça konuşurdu, kibar bir Osmanlı hanımefendisiydi. Eski Hayat, Ses dergileri vardı babaannemde. Arşivcilik biraz ondan kaldı. Farah Diba Pehlevi adını ilk ondan duydum. Sonra aileyle ilgili yazı yazmaya başladım. Prenses Süreyya Esfandiary ve Farah Diba Pehlevi üzerine yazdığım yazılar popüler oldu. 2002’de Farah Diba’nın hayatını yazdığım yazı resmi sitesinde yayınlandı. Kendisi beni merak etmiş, 2003’te Londra’da bir araya geldik, tanıştık. Farah Diba Pehlevi’nin belgesellerini de yaptım.
Avni Anıl ‘Türk müziğini yeni bir teknikle opera gibi okuyorsun’ dedi
- Müzik eğitimi aldınız mı?
- Beni hemen Avni Anıl’a gönderdi, ders almaya başladım. Çok değerli hocalardan diksiyon, iyi konuşma eğitimi aldım ve korolarda yetişmeye başladım. Yılmaz Yüksel, Mehtap Dilmaç’dan da ders aldım. Küçük bir çocukken bile binlerce Avni Anıl, Saadettin Kaynak besteleri vardı arşivimde. Ama Avni Anıl bana ‘Opera okumanı istiyorum çünkü sanat müziğini de opera gibi okuyorsun, yeni bir teknik geliştiriyorsun. Çok tepki de alabilirsin, muhteşem şeyler de olabilir’ demişti.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)